Fenrir Galvorn, ailesinin ilk çocuğuydu. Ve Galvorn ailesi soylu Mandalor sistemi içerisinde soylu bir düzeydeydi. Babası Erg'sor'un büyük erkek kardeşi de tüm diğer ailesi gibi bir Mandalor askeriydi. Bir aile geleneği olarak sadece bir çocuk doğurmak yerine bir erkek evlada sahip olmak isteyen Neddor ilk kız çocuklarının ardından bir de erkek evlat sahibi olmuştu. Lestat Galvorn, gözlerini Mandalore sisteminde açtığında hayatında daima hatırlayacağı en tarafsız ve masum anlarını tüketmeye başlamıştı bile. Fenrir, henüz bir yaşını bile tamamlamadığı dönemde amcası Neddor ve ailesinin Galaktik Senatonun tutuklama listesinde olan bir kelle avcısının sayesinde Coruscant'a gemileri havalanmadan önce suikaste kurban gitmişti. Nitekim bu kazayı mucize olarak atlatan bir bebek vardı aralarında. Tıbbi koruma bölümünde geminin merkez patlama alanından uzakta olan kabininden kurtulan bu bebeğin hayatta olan tek bağlantıları olan Erg'sor ise bu acılı haber sonrası hayata yeni gözlerini açmış Lestat'ı kabul ederek yetinmeye çalıştı. Bu bilgi bir daha söylenmemek üzere kabul edildikten sonra Lestat, Galvorn ailesinin en küçüğü olarak yer edindi. Fenrir tıpkı kardeşi gibi doğduğu günden itibaren iki yaşına kadar yaşadığı süre boyunca ilginç olaylar yaşamış ve ailesi de bu doğrultuda bu tuhaflıklarından şüphelenmişti. Nitekim bunun farkında olan sadece onlar değildi. Jedi Konseyinin araştırmalar departmanında ki görevli meclisine mensup bir Jedi tarafından fark edilen Fenrir ve kardeşi, Jedi Konseyinin youngling listesine alınmış isimlerdi. Jedi ustaları bu araştırmaları mümkün olabildiğince gizli yaparlar ve kaydederlerdi. Galvorn ailesi özlerine sadık bir aile oldukları için Fenrir ve Lestat'ı birer Mandalor erkeği olarak yetiştirmek istemişlerdi. Lakin o sıralar piyasada canlı kalabilen ve de oldukça iyi iş yapabildiğini iddia edebilen bir kelle avcısı olan Kalie'de Mygeeto'da yaşıyordu. Paranın ve somut gücün merkezi olan Mygeeto'da para, aç kalmış biri için bir dilim ekmek ne kadar değerliyse o kadar değerli olan birşeydi. Ve Kalie'de fazla paraya hayır diyemiycek cürretkar bir kadındı. Galakside Jedi'ların araştırmalarına bulaşmakla görevli bir Sith Lordu olan Saito'nun demir attığı sistemlerin içinde olan bir gezegende ne yazık ki Mandalore'du. Ve bu gezegende hissettiği güç, onu Kalie'yle konuşmaya itmişti. Bu iyi çıkarlı anlaşmadan tam bir hafta sonra, Jedi Meclisinin son anda bir tedirginlik hissetmesinin haricinde kelle avcısının beceriksizliği sayesinde kardeşlerden küçük olanı kaçıramamak dışında başka bir sorun çıkmadan kaçırılmıştı Fenrir. Mygeeto'ya veda eden çocuk için yeni bir gelecek planlayan kişiler, onun hiç bir zaman unutmayacağını bilmiyorlardı.
Ve diz çöktü çırak ustasının karşısında. Etrafında Sith Tarikatının diğer ustalarıda vardı. Sorular, sorular ve sorular. Saatlerce bitmeyen sorular. Tapınağa geleli o kadar kısa olmuştu ki, vücudunda hala is ve yara izleri duruyordu. Konseyin önünde diz çökmüş çırak hala nefes nefeseydi. Kanında akan kanı adrenalinle dans ediyor, güç onları sarhoş ediyordu. Diz çökmüş çırak etrafında ki gücü içinde hissediyor, ve bunu dışarı yansıtıyordu. - "Hayatın nedir Çırak?" - "Barış bir yalan; sadece tutku vardır. Tutku ile, kuvvet kazanırım. Kuvvet ile, güç kazanırım. Güç ile, zafer kazanırım. Zafer ile, zincirlerim kırılır. Güç beni serbest bırakacaktır. " - "Kalk ayağa, Lord Phren. Kalk, ve devamını kazan."
Ustasını öldürüp güce kavuşması sekiz yıl önce gerçekleşmiş birşeydi. Ve o zamandan bugüne kadar geçen sürede, tüm ayrılıkçı liderler onu tanır hale gelmiş ve tüm cumhuriyet yanlısı birlikler Darth Phren'le iş birliği yapmak zorunda kalmıştı. Tam yirmi yedi yaşında ki bu genç Sith galaksinin her bir ticari ağına el atmış, eski bir Sith Tarikatının önde gelen konsey isimlerinden biri haline gelmişti. Galakside ki her ticari anlaşma ve nakliyat işlerinden topladığı komisyonlarla başında bulunduğu filo ve askeri gücü geliştiriyor, ve tüm bunların yanında uzayın her bir köşesinde araştırarak edindiği antik holokronlarla kişisel gücünüde durmadan katlıyordu. En başından beri o, koyu bir Sith olarak yetişmişti. Ve her şeyi avcuna aldığı zamanlarda saf bir Sith olabilmek için gerçek ailesini aramaya başlamıştı. Bir Sith’in asla duygusal bir geçmişi olamazdı. Bu ona zayıflık ve düşüncelerinde çelişki yaratırdı. Bu yüz Phren, bizzat kendi giderek hiç acımadan ailesini katletmişti. Bu onun için zor olmamıştı. Sonuçta geçmişini temizleme duygusuyla bunu rahatlıkla yapmıştı. Yinede babasının ölmeden önce kardeşi hakkında söylediği şeyler, bunlar tamamen Phren’e tuhaf hissettirmişti. Bir kardeş… Bugüne kadar hiç unutmadığı geçmişi onun ne kadar geliştiğini kendi kendine itiraf ettirdikçe Phren dahada kibirleniyor ve dahada fazlasını istemek durumunda kalıyordu. Aklından hiç çıkartmadığı kardeşiniyse uzun süreli meditasyonlarda galakside arıyor yinede onunla birebir temas kurmaya çekiniyordu. Otuz yaşına geldiğinde o kadar çok güçlenmiş ve işlerinde büyümüştü ki kafasında ki çılgınlık hat safhaya ulaşmıştı. Bireysel gelişimin çılgınlığa dönüştüğünün en büyük kanıtı sadece Phren’in gülmesinden bile anlaşılabilirdi. O koyu bir Sith olarak yetiştirilmişti bu yüzden devamlı büyümek tek amacıydı. Galakside jedi güçleri onu arıyor, arada bir ucuz paralarla ona gönderilmiş kelle avcıları çıkıyordu. Yinede Phren tüm bunların arasında, devamlı ilerliyordu.
Sahip olduğu gücün büyük bir bölümünü alarak Coruscant’a doğru yola çıkmıştı. Aklında tek şey vardı. Yok edilmesi gereken çok şeyin olduğu. Yobaz Sith anlayışı çerçevesinde Jedi’ları ayak altından çekmek istiyor ve kardeşini bularak geçmişine bir son vermek istiyordu. Filo, gezegenin yakınlarına yaklaştığı zaman onu çok daha iyi hissedebiliyordu. Herkes savaşa hazırdı. Phren’e güvenen askerleri. Filoda ki tüm personel. Ve Phren’in kendisi. Yinede Cumhuriyet güçleri ve Jedi Birliği de herhangi bir saldırıya karşı hazırlardı. Coruscant’ın yörüngesinde karşılaşan iki büyük filo tüm galaksiyi rahatsız edebilecek bir çarpışmaya başladıklarında yaya birlikleri taşıyan gemilerde bu karmaşanın arasından sıyrılarak gezegene inmişlerdi. Her yerde tüm zorbalığıyla kopan savaşı kahkahalarla izleyen Phren güçte hissettiği tedirginlikle kardeşinin varlığını savaşta etkili bir biçimde hissetmişti. Kendi gemisiyle ardında Sith Savaşçılarını da takarak Coruscant Jedi Tapınağına doğru yol almıştı. Yeryüzünde her bir tarafta çatışmalar ve ölümler ardı arkası kesilmeden devam ediyor, patlamalar ve bağrışlar her yerde yankılanıyordu. Phren ve minionları doğrudan tapınağa girdiklerinde oraya saldıran askeri gücün tam önüne inmişlerdi. Tapınağı koruma amacıyla savaşan Jedi’ların şaşırmalarına olanak tanımadan savaşa dahil olan Sith büyük bir agresif saldırıyla savunma yapan Jedi güçlerini bozguna uğratmışlardı. Tapınağın içinde devam eden savaşta yoğun bir şekilde birini hissetmişti Phren. Kardeşini. Tüm o yıkımın arasında birbirlerini gördükleri an, göz göze gelip savaştan soyutlanmışlardı. Maskesinin ardında onu fark eden Phren kendisinden yansımaları onun yüzünde görebiliyordu. İkisi de duraksama anlarında sadece birbirlerine bakakalmışlardı. Bu durumu bozan Phren olmuştu. Kardeşini güçle geriye itmesinin ardından etraflarında dönen savaştan soyutlanarak birbirlerine karşı savaşmaya başlamışlardı. Bütün tapınakta, şehirde, gezegende ve yörüngesinde dönen savaş iki kardeşin akıllarında da dönüyordu şuan. Saatlerce süren savaşın tam ortasında devam eden düello asla duraksamamıştı. Ve bu düello uzadıkça ikiside öfke ve hırsla doluyordu. Phren kardeşinin aklında ki intikam hırsını görebiliyordu. Ailesi için bir şeyler yapmak istiyordu. Ama artık yapılabilecek bir şey yoktu. Yapılabilecek en iyi şey, Phren’in felsefesine göre kardeşinin yok olmasıydı. İkisi de giderek yorulacağına daha da hırslanıyordu. Benliklerinde gelişen güç, hırslarıyla şekilleniyor ve büyüyordu. Birbirlerine karşı giderek büyüyen bu güç en sonunda büyük bir patlamaya sebep olmuştu. Yıkımla başlayan her şey, yıkımla son bulmuştu. Jedi Tapınağının etrafında ve ilerlerinde herkes büyük bir darbeyle yere yığılmış ve etraftaki tüm sesler kesilmişti. Sessizlik. Homurtularla ayağa kalkan ilk kişi Phren olmuştu. Bedeninde ve zihninde ki sarsılma hala devam ederken yerde baygın yatan kardeşinin yanına ilerledi. Işın kılıcını açarak ona baktı. Kendi kanından bir canlı. Sırıtarak kendi kendine bunun bir duygu olmayacağını itiraf etti. Topallayarak Jedi tapınağına girdi ve daima adını duyduğu bazı holokronlara ulaştı. Ardına baktığında istediği yıkımın gerçekleştiğini gören Phren sahip olduğu holokronlarla savaştan çekildi. Bu savaş onun tatmin olacağı bir netice ve kardeşiyle ilk buluşmasıydı onun için.
Otuz yaşındayken hayatı boyunca gördüğü herşeyi hatırlayan zihni, tecrübelerini iki katlıyarak eğitilmiş adıyla birlikte galakside büyük bir güce el koymuştu. Adına hizmet eden birlikleri ve askeri gücü faal bir biçimde daima emirlerini bekliyor. Galakside ki tüm legal ve illegal organizasyonlar tamamen Darth Phren'in gözleri önünde iş yapıyor ve varlığı Jedi'ı öyle tedirgin ediyordu ki, onu arayan isimlerin listesi hergün gittikçe büyüyordu. Sahip olduğu çırağına, CeiroN'a bildiği herşeyi öğretmekten tedirginlik duyduğu için onu katı kurallarla yıkıyor, ve tıpkı kendisi gibi bir savaşçıya çeviriyordu. Hayatı, gücü kadar mükemmel gelişiyordu bir Sith Lordu adına. Ve varlığı galaksiye gücünü hissettirebiliyordu. Adını ve cismini bugüne kadar kimsenin duymadığı bir clan, Darth Phren'in sefa sürdüğü yıllarda onu meclisine davet etmişti. Ve Phren, teklifle birlikte gelen izlerin peşine düştüğünde daha büyük bir gücün varlığını hissetmişti. Birlik beraberliğin fedakarlığı. Otuz yıl önce, hiç birşeyden habersiz doğan bu canlı. Artık fedakarlığın tam ortasında beliren büyük bir isim olarak duruyordu. Herşeyin haricinde bitmek bilmeyen ruhunda ki hastalığı, bu birliğin fedakarlığı bir nebze olsun azaltıyordu. Hayat devam ediyordu, hiç bitmemek üzere nefes alan bu canlı için. |